“Gürültüsüz geçen bir ömrün ardında yankılanan bir sadakat vardı onda…”
Bazı insanlar vardır, geldikleri gibi gitmezler; iz bırakır, yön gösterirler. Mehmet Ali Şengül Hoca işte o isimlerden biriydi. Zamanın içinde sadece yaşamakla yetinmedi, ona yüreğiyle dokundu. Kendi yaşamını bir hizaya sokmak değil, bir sevdaya adamak gerektiğine inananlardandı… Ve o sevda, onun için yalnızca bir idealin değil, bir aşkın da adıydı: Hizmet.
Onun için Hizmet; harflerle değil, harlarla yazılmış bir kelimeydi. İçinde sabır vardı, sessizlik vardı, fedakârlık vardı. O kelimenin harfleri geceydi, hicretti, dua ve gözyaşıydı.
Hocaefendi’nin davasına en başta omuz verenlerden biri olarak, sessiz omuzların arasında ilk sıradaydı Mehmet Ali Hoca. Konuşmadan anlatan, görünmeden Halıkın atiyyelerini taşıyan ve asla vazgeçmeyen bir yürek…
Bir gün, İstanbul’un gölgeli bir evinde, Hocaefendi ile paylaştıkları bir gecede, kitaplarla dolu küçük bir kütüphanenin önünde durmuşlardı. Hocaefendi, raftan bir çizgi roman çekmişti. Sayfaları sessizlik içinde çevirdi, sonra başını kaldırıp Mehmet Ali Hoca’ya döndü:
Bak hocam bu kitapta anlatılan hikaye şöyle: Zalim bir kral, halkın önde gelenlerini bir kuyuya atıyor. Onlar, oradan kurtulmanın yolunu buluyor: En alta, önce eğilmeye razı olanlar geçiyor… Omzunu dayak niyetine değil, dayanak niyetine sunanlar. Ardından, daha narin olanlar üstlerine tırmanıyor. En üste, en hafif olan çıkıyor; o da herkesin sırtından geçerek yukarıya ulaşıyor ve kuyudakilerin sesini duyuruyor. Ama o sesin arkasında, basamak gibi ezilmeyi göze alan bir sabır halkası var. Tüm yük, en çok eğilenlerin sırtında…”
Sonra sustu. Yavaşça sordu:
“Var mısın Mehmet Ali Hocam… En altta durmaya?”
Bu soru, bir cümle değil, bir yemin gibiydi. Ve Mehmet Ali Hoca, o yemini ömrünün sonuna dek bozmayanlardan oldu. Omzuna yük binen her gün, o kuyuya yeniden indi. Hep en altta durdu, hiç yükselmek istemedi. Çünkü bazı yürekler yükü seyre dalmak için değil, taşımak için sever.
Ve bir gün…
O yüklü suskunlukların arasında, bir mana âleminde…
— “Mehmet Ali Hoca nerede?” diye sorulurdu…
— “Samsunlu Mehmet Ali Hoca…”
Evet, işte o anda, zaman bükülüyor ve “Samsunlu” kelimesi sadece bir şehir adı değil sadakatin, tevazuun, fedakârlığın kod adı gibi yankılanıyor hizmet insanının zihinlerinde. Hocaefendi bu sahneyi vaaz kürsüsünde anlatırken gözyaşlarını tutamamıştı. O an, geçmişin büyükleriyle aynı çağrının içinde anılmak, bir ömrün en sessiz ama en gür yankısıydı.
Hiçbir zaman alkış istemedi. Şöhretin gürültüsünden kaçtı. O, sessizliğin bilgeliğini tercih etti. Çünkü bilirdi ki gerçek hizmet, parıltıda değil, gölgede büyür. Fırtına büyüdüğünde insanlar yönünü şaşırır ama deniz fenerleri susar, sadece ışık olur. Mehmet Ali Hoca da öyleydi: Fırtınada bile sabit duran bir pusula…
Onun yürüyüşü sadece iz bırakmak için değildi, bir iz sürmek içindi. Yakıcı imtihan günlerinde gölge oldu serinlik verdi. Siper oldu ama ses çıkarmadı. Hocaefendi ile yaşadığı dostluğu; gürültüsüz, gösterişsiz ama sarsılmazdı. İkisi de aynı secdede eğildi, aynı yükü sırtladı. Biri göğe baktı, diğeri yeri taşıdı. Ve şimdi biz o yükün mirasçılarıyız.
Zamanın ötesinde duran bir sadakatti onunki. Ne servet bıraktı ne de şöhret. Ama ardında öylesine sarsılmaz bir iz bıraktı ki, bir tabut değil; bir neslin vicdanına gömüldü adeta. Vasiyetinde yazdığı gibi: “Evlatlarım, size dünyalık bir şey bırakmadım…” Bu cümle bir eksiklik değil, bir asaletti. Zira en büyük miras, alın teriyle yoğrulmuş bir omuzdu bu davada.
Onun yokluğu bir boşluk değil sadece; bir çağın veda edişidir. Çünkü o gittiğinden beri kelimelerimiz eksik, dualarımız titrek. Ama bir şey var ki hiç eksilmedi: O ilk sorunun yankısı hâlâ kulaklarımızda:
“Var mısın en altta olmaya?”
Ve biz şimdi, o insan kulesinin en alt katında durmaya hazırız. Çünkü biliriz ki kurtuluş, omza binen ağırlıktan doğar. Bazıları görünmeden yükseltir. Ve bazı isimler, mezarda değil; başkalarının secdesinde yaşar.
Mehmet Ali Hoca, işte böyle bir isimdi.
Ve göklerin bile onu unutmadığı Samsunlu Mehmet Ali Hocama sesleniyoruz: Gözün arkada kalmasın hocam senden öğrendiğimiz gibi:
Hâlâ, tek sevdamız var: Hizmet.